Heidegger’in “dil varlığın evidir” saptamasından yola çıkarak, bu saptamadaki ev’in kişinin dış dünyası olduğunu düşünebiliriz. Bu Heideggerce yaklaşıma göre insan, dış dünyasını dili ve bilgisi ile koruma altına alır. Koruma altına alınan “varlık”, sınırları belirlenmiş bir alan yani ev olarak nitelendirilmiştir. Çünkü evi ev yapan şey; kuşatıcı, sarıcı, derleyip toparlayıcı, kavrayıcı, konumlandırıcı, koruyucu, sığınılan, kaçılan, belirleyici, çokça sınırlandırıcı olmasıdır tıpkı yaşadığımız evler gibi.

“İnsan varolana düşünmesiyle, diliyle, bilgisiyle “ev”lik yaparken, insan bu bağlamlardaki yönelmelerini “ev” aracılığıyla yerine getirmektedir, gerçekleştirmektedir. İnsan evle, ev içinde, evinin içinde, evde kendisi olmaktadır.
Betül ÇOTUKSÖKEN

Daha önce rüyanızda hiç evler, ofisler, parklar vb alanları gördünüzmü? Psikologların ve psikoloji alanında araştırmalar yapan bilim insanlarının bununla ilgili bazı teorileri mevcut.

Jung; “Bilinçdışındaki her şey dışa dönük tezahür arar” der. Carl G. Jung’a göre; bir ev inşa etmek, bir benlik inşa etmenin bir simgesiydi. Anılar düşler düşünceler kitabında Jung, Zürih Gölü’ndeki evinin aşamalı gelişimini anlatmıştı. Jung, bu kale benzeri yapıyı inşa etmek için otuz yıldan fazla zaman harcamıştı, kulelerin ve ek binaların ruhunu temsil ettiğine inanıyordu.

Çocukların rüyalarına giren evleri incelediğimizde, pamuk helvalar, tatlılar ve donut şeklinde dairesel yapılar görebiliriz. Böyle bir yapıda odalar merkezi bir avlu etrafında düzenlenir. Avlunun bir çatısı olmayabilir ya da bir sirk çadırına benzeyen bir çatı ve belki de avluda hayalleri süsleyen egzotik kuşları dış dünyadan koruyacak camdan bir çatı ortaya çıkabilir. Fakat bu hayaldeki tüm odalar evin avlusuna yani merkeze bakardı. Hiç bir pencere dışarıya bakmazdı. Bir çocuğun rüya evi, hiç şüphesiz çocuk benliğini ifade eden içe dönük, belki de bencil bir mimari ortaya çıkarabilirdi.

Olgunlaştıkça, rüya evlerimiz yeniden şekillenebilir. Tasarım, bir iç avlu yerine, sosyal verandalara ve büyük cumbalı pencerelere veya geniş ortak odalara ve ortak alanlara dönüşebilir. Hayallerinizdeki ev, herhangi bir zamanda kim olduğunuzu veya sadece kim olmak istediğinizi yansıtır.

İhtiyaç halinde gitmek, kaçmak ve sığınmak istediğimiz ev bize kendimiz ile ilgili derin içgörüler verir. Ev, hayal kurduğumuz, hayalini kurduğumuz ve kendimizi güvende hissettiğimiz yerdir. Kendimizi yani benliğimizi dış dünyadan korumak için çizdiğimiz sınırlar evin duvarlarıdır ve evin içindeyken çizdiğimiz koruma çemberinin içinde güvende hissederiz.

Evimiz benliğimizi yansıtır bu yüzden herkesi evimize kabul etmeyiz.

Evimizi kendi tercihlerimize göre tasarlarız. Çünkü seçtiğimiz tüm nesneler bizi yansıtmalıdır. Bize ait olmayan herhangi bir şey rahatsızlık verebilir ya da kabullenmek için belirli bir zamana ihtiyaç duyabiliriz. Kabullendiğimizde artık o nesneyi gerçek sahibi ile birlikte evimize bir diğer deyişle benliğimize dahil etmiş oluruz. Böylece o nesneye beyaz bir sayfa açmış oluruz.

“Nerelisin?” Sorusuna cevap vermek kolay olsa da. birine “Evin neresi ?” diye sorulduğunda Ortaya çıkan cevap, evin gerçekte ne olduğuna dair derin bilgiler içerir.

“Bachelard, evi bir “mutluluk mekânı” olarak ele alır çünkü ev, insan yaşamında kazanılmış şeylerin korunmasını ve bunları sürekli kılmada güven verir. insan varlığının ilk kabuğu, evreni, kozmosu olan ev bize, hem dağınık imgeler, hem de bir imgeler bütünü sağlar. İmgeleri, çekim gücü olarak niteleyebileceğimiz bir güç, evin çevresinde toplar. Diğer yandan ev, mahzenden tavan arasına gizli kalan, unutulan, saklananlarla rahatsız edici olabilir ya da tedirginliği besleyebilir. İnsan gibi ev’de çifte doğaya sahiptir. Aynı anda, ömür boyu bize eşlik eden mutluluk imgelerimizin olduğu kadar, kurtulmak için hep çaba harcayacağımız korkularımızın, dağıtmak için her yolu denediğimiz iç sıkıntımızın da kaynağı, kaynağı değilse bile ilk sahnesi olabilir.”

Yazar: admin

Bir yanıt yazın